Kasiyer; ‘hı.’ Dedi.
“Peki markası ne?”
Kasiyer omuz silkti.
“Bi sorabilir misiniz markasını.”
Kasiyer muhatap olmadı.
“Sucuğun markası diyorum?”
Kasiyer arkaya gitti. Sonra döndü ve
‘bilmiyorum.’ dedi.
“Sen benimle dalga mı geçiyorsun?”
Kasiyer mal mal baktı.
Şimdi iyice sinirlenmişti: ‘salaksın
herhalde sen!’ diye çıkıştı.
Arkadan hemen bir görevli geldi. Ne olduğunu
sorup
durumu öğrenince: ‘Efem kusura bakmayın
yeni aldık da arkadaşı. Biraz şey kendisi.’ Bunu kaşlarını kaldırıp gözlerini
pörtleterek söylemişti.
İçinde derinlerde nefret bir dalga gibi
fokurdadı; “BİRAZ ŞEYSE ALMAYIN O ZAMAN İŞE!”
Arkadaşı onu sakinleştirdi. Sonra hafif
sırıtarak; “Neden herkesten bu kadar nefret ediyorsun, nefretçi. Hahahaha”
“Bilmiyorum.” diyebildi. Ama kafasının
içinde soruya verdiği gerçek cevap yankılanıyordu; “Çünkü onların hepsi basit
bir soruya cevap veremeyen insan müsveddeleri, beceriksiz ve sefil yaratıklar.
Okumayanlar. Okusa da anlamayanlar, aptallar, fasitler, ırkçılar, eğlenmesini
bilmeyenler, sanattan anlamayanlar, bok gibi para kazananlar ve hayattan
bihaberler, merhaba demekten bile acizler.”
“Boşver.. Kız biraz şeymiş işte. Hem
yeni başlamış işe panik yapmıştır.” dedi arkadaşı.
“Biliyorum” dedi. Ama zaten sorun kız
değildi. Sorun metroya binerken ona omuz atan adamdı, otobüste yer kapmak için
ayağına basan kadındı, alt katta tadilat yapma adı altında evi yıkan yeni evli
çiftti, kahvesini soğuk, kolasını sıcak getiren garsondu, yaya geçidinde durmak
bir yana gaza basan taksiciydi. Sorun hepsiydi, herkesti. Fakat, ‘herkes’ bir
arada yaşamak zorundaydı. Hep birlikte yaşamalılardı. Dip dibe, üst üste. Bunları
düşünmemeliydi, düşünürse düşerdi. O yüzden düşünmeyi bıraktı, tostunu yedi.
Kim bilir içinde hangi marka sucuk vardı…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder